29 Mart 2018 Perşembe

İSMET ÖZBAKKAL;AT SAHİBİNE GÖRE KİŞNER.

GÜNÜMÜZDE ALDIĞI MAKAMI YÖNETEMEYEN PARTİ BAŞKANI,MÜDÜR,YÖNETİCİ,BAKAN,MİLLETVEKİLİ GİBİ DAHA NİCE YÖNETİCİLER YAPTIĞI İŞİN HAKKINI VEREMİYOR.
İşte burada meşhur ata sözü AT SAHİBİNE GÖRE KİŞNER,DENMİŞTİR.
Yönetilen veya buyruk altında çalışan kişi, tutumunu ya da çalışmasını yöneticisinin tavrına göre ayarlar. Bu sebeple yönetilen değil yöneten, çalışan değil çalıştırıcı daha önemlidir.
Türk ler için çok önemli olan at.Acemi biniciyi hemen bilir ve uyuzlaşır,pısırıklaşır. Oysa iyi binici ata hakim olur hatta şahlandıra bilir.

ÖYLEYSE ATA İYİ BİNİCİLER BİNMELİ,İŞİ İYİ YAPMALI,ALDIĞI MAKAMIN VE MEVKİNİN HAKKINI VERMELİ.

İlk Türklerde At Kültürü

Eski Türklerde görülen göçebe yaşam tarzı ve hürriyet düşkünlüğü gibi sebeplerle atlara oldukça fazla önem verilmiştir. Bu önem atları Eski Türklerin askeri, ekonomik, sosyal, dini hayatlarının içine kadar sokmuş; Eski Türklerin dilinde, destanlarında yer almasında etkili olmuştur. Türklerin atlara olan bu bağlılığı diğer milletlerin ilgisini çekecek seviyededir. Batılı yazarlardan Sidonius, “at, başka bir kavmi sadece sırtında taşır, fakat Hun kavmi at sırtında ikamet eder” demiştir. Avrupalılar Hunları ise “ata yapışık kavimler” diye adlandırmışlardır.

İlk Türkler İçin Atın Askeri Alandaki Yeri

Türkler atı özellikle savaşlarda kullanmıştır. Atın kazandırdığı hareketlilik, manevra gücü ve uzaktan yok edebilme imkanı askerlik hayatında atsız birlikler için bir sonun başlangıcı da olmuştur. Bu nedenle diğer devletler Türklerdeki bu at kültüründen etkilenmişlerdir. Uzun mesafeleri çok kısa zaman zarfında almaları Türk atlarının diğer bir özelliğidir. Bu uzun mesafeleri kat eden birlikler atlar sayesinde fazla zorluk çekmeden istenilen yere zamanında ve hızlı vurucu bir güç olarak ulaşabilmişlerdir. Atın getirdiği bu hareketlilik uzun süre piyade birliklerini ikinci palana itmiştir.
İlk Türk topluluğu kabul edilen İskitler(Sakalar) aynı zamanda atı ilk kez evcilleştiren ve askeri alanda kullanan topluluktur. İskitlerle birlikte atın askeri amaçlar için kullanılmaya başlanması bozkır coğrafyasında büyük devletlerin kurulmasına zemin hazırlamıştır.
Atın Türk ordularına katkısı o kadar büyüktü ki bazen ordunun başarısının atlara bağlandığı bile oluyordu. Mesela bozkır kavimleri ile sık sık karşı karlıya gelen Çinliler Bozkır atını ( Türk Atı) elde etmenin, savaşlarda da başarı göstermek anlamına geldiğini düşünerek gerektiğinde atlar için savaşmaktan bile çekinmemişlerdir.
Daha önceleri Çinliler atı sadece savaş arabasında kullanmayı bildiklerinden, başlangıçta kendilerine bir kasırga hızıyla çarpan ve kaybolan Hun atlılarına karşı ne yapacaklarını şaşırmışlar, daha sonra bu düşmanı ancak kendi savaş vasıtalarıyla yenebileceklerini anlamışlar ve Hunlar gibi ata binmeyi Hunlardan öğrenmişlerdir.

İlk Türkler İçin Atın Ekonomideki Yeri.

Atın İlk Türklerdeki Dini Önemi.

İlk Türklerde Atın Sosyal Etkileri.

Zengin bir sözlü edebiyata sahip olan Türklerin at hakkında kullanılan atasözleri ve deyimlerden bazıları şöyledir:
“At, binene; kürk, giyene yakışır”, “At ölür, meydan kalır; yiğit ölür şan kalır”, “At, sahibine göre kişner”, “Atına bakan ardına bakmaz”, “At yiğidin yoldaşı.”, “At erin kanadı.”, “At bulunur, meydan bulunmaz, meydan bulunur, at bulunmaz.” Ve,”Ata dost gibi bakmalı, düşman gibi binmeli.”; ”at beslenirken, kız istenirken”, ”at çalındıktan sonra ahırın kapısını kapamak”, ”it izi at izine karışmak”, ”at koşturmak”, ”at oynatmak”, ’at yerine eşek bağlamak”, ”at üstünde kazma kazmak”, ”ata et ite ot yedirmek”, ”at var meydan yok”, ”ata binmeden ayaklarlını sallamak” gibi.

İlk Türk Destanlarında At Motifi.

İlk Türklerde Atın Sanata Etkileri.

Dünyanın en eski Türk halısının en geniş bölümünde ise acele eden atlılar birbirini takip eder şekilde resmedilmiştir. Burada bir süvarinin atların yanında yürüdükleri bazılarının da atların üzerinde diğer atlı süvarileri takip ettikleri görülmektedir. Atların kuyrukları ise düğümlüdür.

Kayseri'de Erciyes Dağı'nın eteklerinde yaşayan yılkı atları, fotoğraf tutkunlarının gözdesi oldu.

25 Mart 2018 Pazar

İSMET ÖZBAKKAL;AFFETMEK İNSANI YÜCELTİR.

İNSANLARIN HATASI BİTMEZ TÜKENMEZ AMA BİZİMDE HERKESE KÜSMEYE ,CEZA KESMEYE GÜCÜMÜZ VE ÖMRÜMÜZ YETMEZ.EN İYİSİ AFFETMEK..
Affetmek nedir. Affetmek hakkımız olan negatif duygu ve yargılardan şefkat, yardımseverlik ve sevgi ile kurtulmaktır.
Birçok insanın gurursuzluk saydığı vefakar oldukça gururlu bir davranış, ancak bazı durumlardaaffetmek yanlış olacaksa o kişiden ve ortamdan tez zamanda uzaklaşılmalıdır.
 Şikayet. herkesin sahip olamadığı erdem...affedileni sonsuz huzura sürükleyen eylem...
Affetmek, başkalarının yarattığı koşullardan ve yanlışlardan dolayı kendimize acı vermeye, ya da başkasının bize acı vermesine izin vermemize son vermektir.
Nefreti aşmanın tek yolu var: Affetmek... Başkalarını affettiğimiz de biz özgürleşiriz." Sadece başkalarını değil, belki de en önce kendini affetmeli insan. İşte affetmek üzerine ufkunuzu açacak bir yazı... Bu biraz uzun olacak ama belki okuyacaklarınız belki bir gün sizin işinize de yarar diye düşünüyorum.
Affetme, mağdur olan kişinin kabahatli kişiye yönelik olan olumsuz duygu ve davranışlarının azalması olarak tanımlanır. İnkar etme, yapılan yanlışı haklı çıkarma ya da intikam alma yollarıyla değil, olumlu sosyal süreçler yoluyla hem mağdur hem de hatalı kişi için bir çok olumlu sonuç sağlar. 

Genel olarak affetmek, "başkasının size yaptığı kötülükleri hoş görmek" olarak algılanır. Ama bunun gerçek afla bir ilgisi yoktur. Affetmenin affedeceğimiz kişiyle hiçbir alakası yoktur. Affetmek bizim kendi içimizde tamamlayacağımız bir süreçtirAffetmek sanılanın aksine bir güç kaybı değil aksine güçlenmektir.
Beni rahatlatan bir şey varsa, o da affetme becerisine sahip olmamdır. Gerçekten,affetmek beni kurtardı çünkü kendimi bulmamın tek yolu affetmekti.
KISAS ADALETTİR,AFFETMEK İSE FAZİLET!...


21 Mart 2018 Çarşamba

İSMET ÖZBAKKAL,YAŞAMAK VE YAŞATMAK.

Hayatta Tek Bir Kişi Bile, Siz Yaşadığınız Için Rahat Nefes Alıyorsa, Siz Başarılı Ve Amacınıza Ulaşmış Bir Insansınız. ...
Geçmişten bu güne kadar sayılabilir bir süre nefes almış olmak mıdır yaşamak? Yoksa nefes alabildiğin süre içerisinde yapabildiklerin midir? Eğer hayata dair bir beklenti içerisindeysen cevabın muhtemelen ikincisi olacaktır.
 Daha Iyi Duruma Getirilmiş Bir Sosyal Durum Yoluyla Bu Dünyayı Olduğundan Biraz Daha Iyi Bırakarak Terk Etmek; Bir Tek Yaşamın Bile Sırf Siz yaşam verdiyseniz ne mutlu size.



Yaşamın boyunca tanıştığın her insanın aslında bir amaca hizmet ettiğini anlayacaksın. Bazısı senin imtihanın olacak, bazısı seni kullanacak, bazısı sana öğretecek… Fakat en önemlisi bazısı da içindeki en iyi yanlarını ortaya çıkarmanı sağlayacak. İşte onlar daima yanında tutmaya değer olanlar olacak.
Değerlerin en kıymetlisi, kaybetmeden bilinenidir. Gittiğin yola inandıysan, attığın adımlardan korkma. Kimin işine ne kadar yarıyorsanız; O kadar değerlisiniz! Değer verin ya da vermeyin, ama asla verir gibi yapmayın!
Ayna daima gerçeği gösterir, ancak herkes ona farklı bir açıdan bakar.
Akıllı bir insan özür dilemek zorunda kalmaz. · İyi arkadaş, yanında yüksek sesle konuşup düşünebileceğin insandır. · Önemli olan hayatınızın uzunluğu değil, derinliğidir.
Kalp kalbe karşıdır. Kalpler bir olduğu zamna aynı duyguları paylaşabilirler. Aynı söz söylenir veya ayı düşünce içersinde olurlar. Kalpler birbirlerine ait olduğu ... Kalpleri kırmak için bir çift söz yeterli olurken onları tekrar kazanmak o kadar kolay değildir.
Bugün elde fırsat dilde ruhsat varken malını istediği gibi harcayabilen insan, yarın öyle bir gün gelecek ki, istese bile infakta bulunamayacak. Çünkü o gün .... O'nun dini gönüllerde yer tutsun diye, imkânı olanların servetinin bir bölümünü ayırması, zenginler zengini olan Allah-u Teâlâ'ya takdim edilen en güzel bir ödünçtür.
Hem ahireti yaşamak vardır, hem de dünyayı. Kimisi ahireti unutur, kimisi dünyaya sımsıkı tutunur, herkes bir türlü yaşar, bin bir türlü yaşamı. Yaşamak vardır, adam gibi kafa dik, yaşamak vardır ezilmiş ve boynu bükük. Yaşamak vardır verilene razı, hakkını sömürtmeden, yaşamak vardır salyaları akarak açgözlü herkesi sömürerek.   Bir de yaşatmak var; ben den, ene den geçip başkası için çalışmak uğraşmak, düşünmek proje üretmek, sömürülen kalabalıkların önüne çıkıp bu sokak çıkmaz sokaktır diyebilmek ve hakkın sesini yükseltebilmek.
SEN SEN OL;YAŞAMAK İSTEMEDİĞİN ŞEYLERİ BAŞKASINA YAŞATMA.! UNUTMA;AH VAR,GÜNAH VAR,ALLAH VAR...

16 Mart 2018 Cuma

İSMET ÖZBAKKAL,DOSTLUKLARA NE OLDU?

GÜNÜMÜZDE EN BÜYÜK SIKINTIDAN BİRİ DE YALNIZLIK DİYE BİLİRİZ.
Etrafınızdan insanlar geçiyor,cebinizde paranız var,eş akraba,arkadaş var gibi ama yalnızsınız.Sanki bir çölde.Bir ıssızda gibi.
“İnsan insana muhtaçtır…”             Bu hakikatin en güzel ifadesi, “yalnızlık Allâh’a mahsustur” deyiminde bulur kendisini…
Sosyal bir varlık olan insan, kendisini toplum dışına itemez. İterse, sorumluluktan kaçmış ve yalnızlaşmış olur çünkü… Allah (c.c.) önce Âdem (a.s)’ı yarattı, sonra Havvâ anamızı yarattı. Âdem Havvâ’ya, Havvâ Âdem’e muhtaç idi. Hayatın hayrı ve huzuru bu iştirakten geçiyordu çünkü… Zaten insan kelimesinin sözlük anlamında da “ünsiyet” geçmiyor mu? İnsan, insan olma hassâsını korudukça ülfet ve ünsiyet devam edecek, insanlıktan koptukça, nefret ve husumet galebe çalacaktı… Kardeşlikten nefret üreten Kâbil bunun en açık örneği değil miydi?             İnsan önce Yaratıcısını dost edinecek, sonra Allâh’ın dostluğuna ilham verdiklerini dost edinecek, gücüne güç, gönlüne sürur katacak ve hayatını salimen sürdürebilecektir.
Dostluğun olmazsa olmazı imandır. Zayıf imanlı dostluklar sakıncalı, imansız dostluklar ise pek yaman (acı) dır. Allâh’ın rızasının gözetilmediği her yerde yapılanlar emniyetsiz ve güdüktür. Şimdi dostlukları ayağa kaldırmanın vaktidir.
İNSAN İYİ YÜREKLİ OLUNCA,HİÇ BİR ZAMAN YALNIZ KALMAZ,HER ZAMAN ARAYANLARI BULUNUR...

Kalmadı İnsanların ahde vefası, yaraya duası. Unuttuk azizim unuttuk biz. Yargılamadan önce dinlemeyi, Konuşmadan önce düşünmeyi, Dokunmadan önce hissetmeyi şikayet etmeden önce şükretmeyi, İstemeden önce sabretmeyi. Ve biz birbirimizi, Allah rızası için seve bilmeyi unuttuk...!! 

9 Mart 2018 Cuma

İSMET ÖZBAKKAL,TÜRK VE MÜSLÜMAN MİLLETİ AHLAKLIDIR.

AHLAK REFORMUMU YAPILMALI?
Ahlak devrimimi?
Ahlak sıkı yönetimimi?
Bu ne arkadaş.
TV ler de boy boy ahlaksızlıkları haber saatinde yayınlıyor.
Medya kendini otokontroldan geçirmeli.
Her ahlaksızlığı direk yayınlamamalıdır. Çoluk çocuk defalarca dinlediği ahlak dışı olayları kanıksar hale geliyor.
Yanlış kadar doğru,güzel olan haberleri de vermelidir.
TÜRK VE MÜSLÜMAN MİLLETİ AHLAKLIDIR.
VİCDANLI VE MERHAMETLİDİR.
YARDIM SEVERDİR.
ALLAH INDAN KULUNDAN UTANIR.
Her binanın bir temeli var, İslam binasının temeli de güzel ahlâktır.
Yüz kızartıcı şeyler, halkın genelince tasvip edildiğinde, artık yüz kızartıcı olmazlar.
Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında
eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile
özellikle annenin ve çocukların korunması ve aileplanlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için
gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.

Ailenin Tanımı
Aile; kan bağlılığı, evlilik ve diğer
yasal yollardan, aralarında
akrabalık ilişkisi bulunan ve
çoğunlukla aynı evde yaşayan
bireylerden oluşan; bireylerin
psikolojik, cinsel, sosyal ve
ekonomik ihtiyaçlarının
karşılandığı, topluma uyum ve
katılımların sağlandığı ve
düzenlendiği temel bir birimdir.
Bir ülkenin geleceği ve ilerlemesi sağlam kalelerle, güzel binalara ve milli gelirine değil, o insanların ahlâki değerlerine bağlıdır.
İnsanların en hayırlısı, ahlakı güzel olanıdır.
Güzel ahlak, dostluğu sağlamlaştırır.

İnsan, yaşamı boyunca Allah’ın, insan beyninin içinde kişinin kendisine gösterdiği görüntülerle muhatap olur. Herşey insanın beynindeki çok küçük bir görme merkezinde oluşan elektrik sinyallerinden ibarettir. Gördüğü görüntülerin dışarıda aslı vardır, ancak insan sadece beyninde yaratılan görüntüyü görür. Allah dış dünyayı beynimizin içinde bizler için yalnızca bir yansıma olarak yaratır ve biz de tüm bunları Allah’a ait olan ruhumuz ile izleriz. Tüm bunları gören, işiten, hisseden, sahiplenen ruhtur. 
İnsan, Allah’ın ruhunda yarattığı tüm bu algıları düşündüğünde, herşeyin özünün maddede değil, asıl olarak ruhta bittiğini hemen anlar. Çünkü ruhun maddeyi kontrol ettiği ve yönlendirdiği çok açıktır. Hisseden ruhtur ve bu hisler doğrultusunda madde yani bedenimiz ve çevremizdeki olaylar şekillenir. Et ya da kemik parçası üzülemez, sevinemez, heyecan duyamaz, kararlar alamaz, akıl ve muhakeme yeteneğine sahip olamaz. Hisseden, düşünen, kararlar alan, sürekli vicdanını kullanmaya çalışan, sevinen ruhtur. İnsanın “benim” diyerek sahiplendiği ruhu ise, Yüce Rabbimiz'in Kuran’da, “Ki o, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden (sülale'den). Basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona Ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti.
Allah, akıl ve şuur verdiği, üstün bir yaratılışla yarattığı insana gözler ve gönüller vermiş, ona Ruhundan üflemiştir. Ruh Allah’a aittir; insanın benim diyerek sahiplendiği ruhu Allah’ın ruhudur. Allah, sonsuz aklı ve sonsuz yaratma gücüyle bu yaratmayı öyle mükemmel bir şekilde yapmaktadır ki, insan imtihanının bir gereği olarak, kendisine verilen bu ruhu sahiplenmekte, ona ‘benim’ diyebilmektedir.

4 Mart 2018 Pazar

İSMET ÖZBAKKAL.,BİZİ ALDATAN BİZDEN DEĞİLDİR.

GÜNÜMÜZDE EN BÜYÜK DERT,ALDATILMA KORKUSU OLDU.
Güven duygusunu kaybetmek üzereyiz.Şüpheci bir toplum olduk.Bir şey alırken satarken acaba kandırılıyormuyum?  düşüncesiyle endişe verici durum var.Biri söz verse inanmama düşüncesi daha fazla oluşmaktadır.
Olay meşhurdur. Resulüllah Efendimiz pazarda, muhtemelen denetlemek için gezerken bir buğday yığını görür. Elini içine sokar ve içinin ıslak olduğunu fark eder. Satıcıya nedenini sorar. Satıcı, efendim yağmur yağdı ıslandı der. Peki, ıslak kısmını üste koysaydın da alıcılar fark ederek alsalardı ya, buyurur. Arkasından şu meşhur ve şerefli sözünü söyler:

“Bizi aldatan bizden değildir”. (Sahih)

Bu hadisi şerifi yorumlayanlar derler ki, bir müminin diğerini aldatması dinden tamamen çıkmış olmayı gerektirmediğine göre bu “bizi aldatan bizden değildir” ifadesinin anlamı şu olmalıdır: Bizim gibi değildir, ahlakı mümin ahlakı değildir, tam bir mümin değildir...

Ancak aldatmanın ucu mümin olmaktan gerçekten çıkmaya kadar da gidebilir. Çünkü yine Resulüllah (sa) buyurur ki, “münafığın işaretleri üçtür; konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman cayar, güvenildiği zaman hıyanet eder” (Sahih). Bunlar münafıklığın temel özellikleridir. Bir müminde bu özellikler bulunsa inanç açısından ona hemen münafıktır hükmü verilemez, çünkü münafık kâfirden de kötüdür, ama bunlar onu bir müddet sonra gerçekten münafık yapabilir. Tıpkı mikrop öldürücüdür önermesi doğru olmakla beraber, mikrop bulaşan herkesin ölmediği gibi. Ama çaresine bakmazsanız bir süre sonra mikrop sizi öldürebilir. “Bizi aldatan bizden değildir” demek de böyledir.

İki binlerin başında yaşadığım bir olayı ikinci kez anlatayım. Bir ilimizde toptancılar çarşısından ceviz alacaktım. Sakallı ve yeni abdest aldığı anlaşılacak şekilde kolları sıyrık bir amcanın dükkânına girdim. Çuval çuval cevizlerin fiyatlarını sordum. Şu Göynük cevizi, fiyatı 15 lira, şu da Adapazarı cevizi, fiyatı on lira dedi. Göynük cevizi hoşuma gitti, bundan bana on kilo ver dedim. Bir torbaya dökmeye başlayınca çuvalın alt kısmının üstü gibi olmadığını fark ettim. Satıcı, sen siyah olduklarına bakma, içi doludur deyip bir tane kırdı ve dolu olduğunu gösterdi. Bir tane de ben aldım ve şunu da kırar mısın, deyince çürük çıkacağını anladı, kızdı, almayacaksan alma diyerek çuvalı kaldırdı. Ben de, amca neden kızıyorsun, biliyorsun Resulüllah Efendimiz bir gün pazarı denetliyordu… dememle lafı ağzıma tıktı ve, biliyorum, biliyorum ama o buğdaydı diye sert bir eda ile beni payladı. Tabii, ben de almadan çıktım.


KİMSEYİ ALDATMAYIN.ADAM GİBİ YAŞAYIN.
 Kötü bir ahlak olarak bilinen aldatmak, şöyle tarif edilmiştir: Müslüman kardeşini yanıltmak, hile yapmak, oyuna getirmek, kandırmak, iğfal etmek, dolandırmak, sözünde durmamak gibi sözler ve eylemlerdir.
“Kurtuluş doğruluktadır.”
Yalan, kişinin gerçeği saklayıp bildiğinin aksini söylemesidir. Yalan ruhi bir hastalıktır, Müslümanların süratle yalandan kaçınmaları gerekir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem: “Yalan kötülüğe, kötülük Cehenneme götürür. Kişi yalan söyleye söyleye Allah katında yalancılardan yazılır” buyuruyor. Şu halde basit dünya menfaatleri için yalanla müminleri aldatanlar, başta kendilerine yazık edenlerdir. Dürüstlük şiarınız olsun dileğiyle.